Kültür Sanat

Patrick Watson bu defa “dalga”larıyla geliyor!

Albüm turnesi kapsamında İstanbul’a uğruyor Kanadalı indie-pop sanatçısı Patrick Watson. Buluşma vakti 14 Mart… Ekim 2019’da çıkardığı altıncı stüdyo albümü “Wave”ni (Dalga) “samimi ve mütevazı” olarak tanımlıyor ve ekliyor, “Şarkılarımda gezdiğim tüm kıtaların zenginliği var…”

“Opera tutkunları arasında yaygın olan eski bir şaka vardır: Wagner’in müziği aslında kulağımızla duyduğumuzdan daha iyidir, Puccini’nin müziğiyse kulağa gerçekte olduğundan daha iyi gelir…” Edinburgh Kutsal Sanatlar Vakfı Direktörü, felsefe ve sanat profesörü, İrlandalı Gordon Graham böyle diyor Hume, Kant, Gaender, Derrida, Hegel ve Croce gibi düşünürlerin çeşitli felsefi kuramlarını tartıştığı kitabı “The Philosophy of the Art”ta… Bu cümle şaka kategorisinde mesaisini yapsa da, bunu şakaya dönüştüren yahut özdeşleştiren imgelerin veya fikirlerin ve “her şakanın altında bir gerçek payı vardır”ın gölgesinde biraz durup düşünmek gerekiyor belki de…

Fakat hiç değişmeyecek olan “müzik evrensel bir dildir” ve Antik Yunan filozofu, matematikçi Platon’un da altını çizdiği gibi “Müzik ve ritm, yollarını ruhun gizli köşelerinde bulurlar.” Müzik mesaisinde bugün fonu, “Bir his var / İçimde bir his var / Beni korkutuyor / Neden bilmiyorum…” diyen Patrick Watson’dan veriyoruz. Benim de pek sevdiğim 2009 çıkışlı “Wooden Arms” albümünün “Tracy’s Waters” şarkısında bu tondan nidalanıyor Watson.

Kanadalı şarkıcı, söz yazarı, film müziği bestecisi ve piyanist Watson, yeni albümünün dünya turnesi kapsamında, 8 yıl aradan sonra 14 Mart’ta, İstanbul Zorlu PSM’de müzikseverlerle biraraya geliyor. Patrick Watson, geçtiğimiz yıllarda, ailesi, müzik grubu ve sağlık problemleriyle epey yoğruldu ve yoruldu. Fakat verdiği röportajlarda altını çizerek söylediği, bu yaşadıklarının onda derin izler bırakıp, farklı algılara sürüklediği… İşte İstanbul konserinde de kulaklara zuhur edecek olan bu yaşadıklarından ortaya çıkan “Wave” albümü olacak…

“İnsanlara asla nasıl düşünmeleri gerektiğini söylemeyeceğim. Hayatlarında daha iyi kararlar almalarını da sağlayamam, ki insanları etkileyebilecek politik bir duruşum da yok zaten. Ben, yalnızca müziğimle insanlara esneklik ve hayatlarında değişik araştırmalar yapabilecekleri bir yer, alan sağlayabilirim. Yapabileceğimin en iyisi bu…” diyen ve hakkında “falsetto’ya doyuran büyüleyici ses” yorumu yapılan Watson’ın dünya koordinatlarına biraz bakalım derseniz de buyurunuz efendim!

“Hikaye anlatmayı seviyorum”

·Yazar Patrick Süskind, “Sessizlikten daha büyük veya daha muhteşem müzik yoktur ama bu müziği anlamak ve hissetmek için fazla zayıfız. Aramızdan sessizliğe dalıp bunun inayetini alamayanların müziği vardır; müzik sessizliğin sözü gibidir çünkü sessizliğin büyüklüğünü ortaya çıkarır ve bize boş gevezelikler sunmaz” diyor. Müzik sizin hayatınızda nereye denk düşüyor?

Dürüst olmak gerekirse, cevabım çok basit ve biraz da çocukça gelebilir ama ben genellikle gece geç saatlerde, rastgele ritimler çıkarabilmeyi seviyorum. Bu kendimi daha iyi hissetmemi sağlıyor. Daha karmaşık kavram ya da davranışlardan bahsedebilirim, ancak beni mutlu eden sadece ses ve ritim çıkarma hali. Yine çocukça gelebilir ama, bazen sabahları sadece rastgele sesler çıkarabilmek için piyanonun başına geçiyorum. Sadece “ses” çıkarmak bile vücudumda pozitif etki yaratıyor.

·“Wave”de bu defa Patrick Watson’ın hangi hikayesine ve duygusuna şahit oluyoruz? Albümün bugüne kadar tecrübe ettiğiniz ve hatta üst üste yaşadığınız zor mevzuların evresinde oluşmuş bir çalışma olduğunu biliyoruz. Yaşadıklarınızın albüm yaratım sürecine etkisi nasıl oldu?

Albüme “Wave” ismini verdim, çünkü geçtiğimiz dört yılda, birçok ‘dalga’ya yakalandım ve sonrasında birçok kere yeniden başlamam gerekti. Aile, grup ve sağlıksal sorunlar… Bu tabii ki güzel bir his değil, hep iyi ve güzel hissetmiyorsun, hatta hep duygusal hissediyorsun. Ancak hayatta öyle bir an geliyor ki, her şeyi bırakma kararı alıyorsun ve o dalgaların seni alıp götürmesine izin veriyorsun. Hayatta sahip olduğunuz her şeyin bir anda silinebileceğini fark ettiğinizde, ardından gelen süreçte de nasıl boğulmayacağınızı öğreniyorsunuz. Bu süreç kolay değil! Dalgalar seni istediğin yere götürmeyebilir. Ancak, sen bu oluşumu veya akışı kabul ettiğinde huzurlu ve sakin bir noktaya ulaşıyorsun.

Savaşmak, paniklemek ve enerjinizi kaybetmek yerine, bırakmak daha iyi. Bunun da ne mutlu ne de üzgün bir an olmadığını, hepsinin ötesinde çok ‘özel bir an’ olduğunu düşünüyorum. Bu albüm de tamamıyla algılarla ilgili, üzgün ya da melankolik bir albüm değil, daha ziyade ‘sessiz ve içgözlemli’… Bazen, kimsenin istemediği dönemlerde, kendinize bir aşk şarkısı söylemek zorundasınızdır.

Sesin sizi taşımasına izin verir ve nereye ineceğinize ya da gideceğinize güvenmeyi öğrenirsiniz. Örneğin, okyanusta yüzerken, kötü bir dalgaya yakalandığınızda eğer yüzmeye çalışırsanız, boğulursunuz. Ancak o anda, bir şey yapamayacağınızı kabul edip, kendinizi dalgalara bırakırsanız, işte bu huzur anıdır. “Wave” de bu hislerin toplamından oluşuyor; gerçekte nerede olduğunuzu, nerede olmak istediğinizi bilmek ve tadını çıkarmak fikri…

·Şarkılarınızda hikaye anlatmayı seviyorsunuz, buradan bakınca müzikal anlamda bu albüm nerede duruyor?

Açıkçası, asla bir tür olduğunu düşünmüyorum. Müziği bir türe indirgemeyi de yanlış buluyorum ki türler şarkıdan şarkıya tamamen farklı bir algı. Bildiğim; hikaye anlatmayı seviyorum ve istiyorum. Bu yüzden de hâlâ birçok farklı tür ve dokulardan besleniyorum. İyi mix şarkıların sonuç verdiği tek şey anlatıcı ve anlatıcıya karşı duygular hissetmek. Bu belki de hip-hop’tan r&b’ye, Güney Amerika müziğinden klasik piyanoya kadar pek çok farklı türden geçiyor. Kastettiğim, bugüne kadar albümlerimizde kullandığımız o kadar çok farklı tür var ki… Modern bir müzisyenin, “en havalı” düşüncesi aslında tür fikrinden tamamen vazgeçebilmesidir diye düşünüyorum. Günümüzde tür artık önemli değil, hatta çoktan yok oldu bile.

“Sessizlik üzgün olduğum anlamına gelmiyor”

·Bir söyleşinizde, “Bir grup olacağımızı düşünmüyorduk… Ve bir noktadan sonra bu aşamaya geldik” diyorsunuz. Solo performansınızdan bugünkü grup hemhalinize neler değişti? Bir de grubun adınızla deklare edilmesi ne gibi artı ve eksi durumlara yol açıyor?

Diğer gruplarda olduğu gibi bazı durumlarda grupla, bazı durumlarda da tek başıma çalışıyorum. Bununla birlikte tabii grup üyeleriyle birlikte şarkı da yazabiliyoruz. Örneğin, bas gitarist Mishka (Stein) ile “Melody Noir” ve “Turn Out The Lights”ı besteledik ve Joe (Grass) ile de “Wild Flower” ve “Drive” şarkılarını. İkisinin de albüme etkileri yadsınamaz. Bazense akışımız bozulabiliyor, o zaman da “Here Comes The River”da olduğu gibi kendi şarkımı yazıyorum. Yani iki uç nokta; bazen gruptakilerle bazen de tek başıma ilerliyorum. Grubun, benim adımın altında olmasının en kötü yanı, bireysel olarak o müzisyenin hak ettiği tanınmayı tam manasıyla yaşayamaması.

Bence, bu onlar için her zaman kolay ve eğlenceli bir şey değil! İyi tarafı, adım grubun adını temsil ediyor. Şöyle ki grup olduğun zaman, gerçek bir demokrasi gibisin ve herkesin eşit olduğunu söyleyebilirsin. Ve bir şeyler ters giderse de parmağını herkese doğrultabilirsin. Bizde ise bir şeyler ters gittiğinde, sadece benim adım gösteriliyor. Aslında bu da sorunların çözülmesini biraz daha kolaylaştırıyor diyebilirim. Çünkü eğer biri gruptan ayrılırsa, bu benim hatamdır, böylelikle grup ayrılmış olmuyor. Sanırım, bu grubun ömrünün uzun olması için iyi bir şey. Grup demek bir bakıma da bir aşk ilişkisi gibi. Bence, en büyük olumsuz tarafı ise, mesela Mishka (Stein) ile beraber çalmıyor olsaydım, müziğim bir şekilde eksik kalacaktı. Sanırım en önemli artısı bu.

·Şarkılarınızın yarattığı bir evren var gibi. Sözlerin haricinde sizden çıkan, yarattığınız bir evrenden bahsediyorum, buradan çok da uzakta olmayan, yalnız da hissettirmeyen. Albüm adlarından bestelere, bir performansı yaratırken nasıl bir ruh hali oluşuyor? Mesela, bu süreçte size neler etkiliyor, itici gücünüz ne oluyor?

Müzik icra ederken yaptığımız şey, ilk insanlar gibi bedenimizi dinlemek! Kesinlikle beyinsel bir yaklaşım değil. Genelde böyle hissettiğimiz zaman, bir tür orgazm hissinden bahsedebiliriz. Vücudunuzda baloncuklar oluşturan bir zevk hissi; hiçbir zaman kötü değil, her zaman güzel bir his. Üzgün bir şarkı bile bestelesek, aynı his ile ilerliyoruz. İnsanlar bazen baktıkları şeyleri entelektüelleştirmeye çalışıyorlar. Ancak bu içgüdüselliği bozabiliyor. Konu müzik yapmak olduğunda müzik içgüdüsel sanata dönüşüyor. Leonard Cohen ve Bob Dylan’ın şarkılarının doğası daha çok entelektüel olarak yazılmış. Ancak şarkı sözlerini yazma biçimlerini, bir şiir okumaktan daha içten buluyorum. Yani şarkı sözlerinin renkleri ritme dönüşünce, tüm bunlar içgüdüsel bir deneyim anlamına geliyor.

·Balzac; “Müzisyen olmak için nasıl şair ruhlu olmak gerekiyorsa, büyük müzik eserlerini de şiirsiz, aşksız dinlemek ve anlamak mümkün müdür?” diyor. Sizin için aşk ve şiir ne ifade ediyor? İlham perisinin şarkılarınıza etkisi nedir?

Harika bir müzisyeni, harika yapan özellik genellikle “iyi bir dinleyici” olmasıdır. Konu sadece “dinleyici” olması değil, bir şehri veya insanların hissettiklerini dinleyerek anlamasından, yorumlamasından bahsediyorum. Müzik yapmaya gelince, konu konuşmak değil, anladığını ve dinlediğini ortaya çıkartmak. Şiirin büyük bir kelime olduğunu, hatta garip bir şekilde söylememiz gerekenden çok daha fazlası olduğunu düşünüyorum. Süslü sanatlar ve şiir fikrinin büyük bir hayranı değilim. Genel olarak müzik veya sanat hakkında sevdiğim şey bu da değil. Aslında gerçekten şiirsel olmayan ama gerçek şeyler söylemenin yaratıcı yollarını seviyorum. Ben daha çok şiirde yaratıcılığın hayranıyım.

·Bu aralar sizi ne sinirlendiriyor ya da kızdırıyor?

Örneğin, bazı insanlar müziğimi dinlediklerinde, şarkı eğer sessizse, sırf sadece sessiz bir şarkı olduğu için ‘üzücü bir hikaye’ anlattığımı varsayabiliyor. Evet, bazı üzücü anlar var albümde, ama sadece bir şarkı sessiz diye, üzücü ya da melankolik olduğu anlamına gelmiyor. Müzik sessiz olduğunda, bazı detayların daha çok ön plana çıktığını düşünüyorum. Örneğin, (1999 yapımı, yönetmen John McNaughton, film müziğinin bestecisi George S. Clinton) “Lansky” filminde olduğu gibi yavaş tempoda gittiğinde daha çok detay görebiliyoruz. Sence, insanlar gerçekten de üzgün ya da üzücü bir arayışla ilgili yanlış bir anlayışa, algıya sahip değiller mi! Bu konu beni delirtiyor… Ya da sessiz müziğin dinlendirici ve huzurlu olma fikri gibi… Bir sürü sessiz, sakin şarkım, benim en çok rahatsız ve en sıkıntılı olduğum dönemlerden çıktı. Aslında genelde sessiz olmak daha üzgün ya da daha huzurlu olduğum anlamına gelmiyor. Bu konularda çok fazla genelleme olması beni sinirlendiriyor.

“Müzik politikaya bir etki yaratmıyor”

·“Müziğe bir kaçış ya da hayatınızda bir renklendirme yöntemi olarak bakabilirsiniz” diyorsunuz. Peki, siz yaptığınız müziğin ya da insanların davranış biçimlerinin bir şeyleri değiştirebileceğini düşünüyor musunuz? Müzisyen rolünün olan biten üzerinde bir etkisi olmalı mı?

Sanırım, şu an “kaçış” cümlemi değiştirebilirim. Bu albümde hiç bir şeyden kaçış olmadı. Sanki duyguların hislerini esnetiyor gibiydim. Belki de bir şeylere ulaşmak için sadece esnemek zorundasın. Müziğimle duygu anlamında insanlara ulaşmak konusunda daha esnek olduğumu düşünüyorum. Duygular, onları içimizde tutmak yerine dışarı yansıtmayı sağlıyor. Sanırım, bu konuda bir rolüm var. Bence, her müzisyenin farklı rolü var. Benim rolüm kesinlikle bazı insanlardan daha can sıkıcı olabilir de.

Hepimiz, yaptığımız farklı müzik türleriyle insanların yaşamlarında farklı roller oynuyoruz. Hepsi önemlidir ve bence, aslında çok farklı türlerde müzik dinlemek, genel olarak daha esnek olmanız anlamına gelir. Bu yüzden, bunun yararlı ve aynı zamanda insanların hayatının da ilginç bir parçası olduğunu düşünüyorum. Bununla birlikte tabii ki insanlara asla nasıl düşünmeleri gerektiğini söyleyemem ki söylemeyeceğim de. Ya da hayatlarında daha iyi kararlar almalarını da sağlayamam, ki insanları etkileyebilecek politik bir duruşum da yok zaten. Ben, yalnızca insanlara esneklik ve hayatlarında değişik araştırmalar yapabilecekleri bir yer, alan sağlayabilirim. Yapabileceğimin en iyisi bu…

· “Wave”deki şarkıların beni geçmişe götürdüğünü söyleyebilirim ve yaşadığım coğrafyada ‘geçmiş’ demek acı ve özlemekle kardeş. Sizin özlemek ve geçmişle ilgili belleğinizde neler var?

Ben galiba herkesin kendi için müzik yaptığı zamanları özlüyorum. Eskiden çoğu ailede amatör ya da profesyonel bir şekilde müzikle ilgilenen veya çocuklukta enstrüman çalan birileri olurdu. Ve bu insanlar, evde müzik çalıyorsa, yapıyorsa da bunu sadece kendisi için icra ediyordu. Bu, insanlar için iyi bir şeydi ve hayatlarında önemli bir rol oynuyordu. Günümüzde, bunun kayıp olduğunu düşünüyorum.

·Bir vakitler, müziği politik olarak görmediğinizi, politika hakkında konuşmadan da politik olmanın yollarının olduğunu söylemiştiniz. Bugünkü dünyayı ve gidişatı düşünürsek ne söylemek istersiniz?

Çok zor bir cümle… Benim için müzikte siyaset çok karmaşık bir şey. Açıkçası (Amerikalı hip hop sanatçısı) Kendrick Lamar’ın politik şarkı sözleri olmasına rağmen, bu sözlerin politikaya büyük bir etki yarattığını düşünmüyorum. Yani müziğin, siyasetin işine yaradığını ya da ona bir etkisi olduğunu sanmıyorum. Ama şarkı sözleriyle fikirler sunulabilir veya politikaya dahil olunmadan da müziği politikaya dahil edebilirsiniz.

Fakat müziğin bu tür bir düşünce tarzından veya doğrudan siyasal fikirlerin peşinden gitmekten daha etkili olduğunu düşünüyorum. Bence, bu tarz tartışmalar siyasetin kalbi ve bizlerin sakin kalması en iyisi. Çünkü politika hakkında her şeyden heyecanlanıp, duygusallaşırsanız, zaten düşündüğünüzün girdabına düşersiniz. Ama farklı fikirler hakkında konuşmak için tarafsız bir konumda olursanız, bence bu çok daha ilginç ve yararlı bir konuşma olabilir.

·Leonard Cohen bir röportajında; “Biz müziği eğlenmek için yapardık. Şimdiki gençler ise eğer para kazanamayacaklarsa, gitarı ellerine bile almıyorlar” demişti. Günümüzdeki yapılan müzikleri ve dinleyicileri nasıl görüyorsunuz?

Unutmamamız gereken şey müziğin çok eski bir kavram olması. Ne yazık ki modern dünyada müzik; “yanlış davranan rock yıldızları”nın sürekli içen, partileyen insanlar olarak karşımıza sunulması… Hem de bundan çok daha fazla olması gerekirken. Mesela, bu sunumun müziğe zarar verdiğini düşünüyorum. Demek istediğim, “içmek veya partilemek” sıkıntı bu değil, ancak müzik, rock yıldızı olma fikrinden daha büyük / derin bir konu. Örneğin, Kanada’daki okullarda müziğin öğrencilerden uzaklaştırıldığını görüyorum. Bu da müziğin ucuz bir marka olarak “rock yıldızı olmak yahut onun gibi eğlenme” fikri ile pazarlandığından kaynaklanıyor. Ancak çalışmalar gösteriyor ki müzik beynin gelişimi için çok önemli. Müziğin okullarda olması bir öğrencinin avantajına… O sebeple de modern rock yıldızlarının müziğin ne olduğuna dair yansıttığı fotoğraf üzücü.

“Hâlâ o çok seveceğim şarkıyı arıyorum”

·Bugüne kadar gerçekleştirdiğiniz performanslardan en ilginci hangisiydi? Müzikal yolculuğunuzdaki kırılma noktası nereye denk düşüyor?

Çok farklı kırılma noktalarım oldu. Orkestra ile çalmak hayallerimden biriydi, bu sebeple kırılma noktlarımdan biriydi diyebilirim. En sevdiğim zamanlar ise başka ülkeleri keşfetmek ve benden çok uzakta yaşayan bu insanlarla aynı ortamda buluşmak… Mesela, Singapur birçok farklı kişiyi barındıran bir yer. Bir defasında orada bir konserdeyken, tüm ön sıranın burkalı kişilerden oluştuğunu hatırlıyorum. Bu kültürün içinde hiç bulunmamıştım ve o an, bunun bir ayrıcalık olduğunu düşündüm, onur duydum.

Benden çok farklı fikirleri olan insanlara çalmanın, söylemenin ve o anı beraber yaşamanın ayrıcalığı… Türkiye’ye geldiğimde de bunu yaşayacağımı düşünüyorum. Hepimizin farklı anlayışları var, hepimiz farklı yetiştirildik, yaşadık ve 1 saat 15 dakika boyunca, konser ne kadar uzun olursa olsun, hepimiz o atmosferi beraber tecrübe edeceğiz. Bu çok özel bir durum. İşte bunun büyük bir ayrıcalık olduğunu düşünüyorum ve bu beni güzel etkiliyor.

·Yaptığınız müziklerle Andrew Bird, Jeff Buckley ve Pink Floyd gibi sanatçılara atıfta bulunuyorsunuz, bu kişilerin sizin hayatınızdaki yeri nedir? Son zamanlarda sık dinlediğiniz bir isim, grup var mı?

Jeff Buckley’nin nasıl hissettiğini ya da düşündüğünü anlayabiliyorum. Bir şeyler yapmak için kendine özgü bir yolu vardı. (ABD’li şarkıcı, besteci) Andrew Bird çok yetenekli bir müzisyen. İkisi de çok çağdaş… Ve ben ikisini de bir şekilde kendime çok yakın hissediyorum. Bu yüzden de genellikle müziğimi etkileyecek insanları ararken, çemberimin dışından, biraz daha uzaklara bakıyorum. Demek istediğim, yaptığım müziğe uzakmış gibi görünen birileri mesela, (Amerikalı şarkıcı, söz yazarı ve prodüktör, yeni neslin r&b ekolü) Frank Ocean, bu albümde bana daha fazla ilham verdi. Ya da (Venezüella’dan şarkıcı, besteci, Grammy Ödüllü) Simon Diaz’ın “Melody Noir” şarkıma ilham olduğu gibi.

Düşünün ki Diaz’dan öylesine etkilenmiştim ki bir melodi yazmak zorunda kalmıştım. Ya da Etiyopyalı rahibe, piyano çalmasıyla ve besteleriyle tanınan Tsugue Maryam. Piyano çalışını seviyorum. Böyle enstrümanları ile yakın olan insanları arıyorum. Frank Ocean’ın “Lost” şarkısını dinliyorum ve dürüst olmak gerekirse son zamanlarda hâlâ böylesi çok seveceğim o şarkıları arıyorum. Normalde bir ya da iki sevdiğim şarkı buluyorum ve tekrar tekrar dinliyorum. Simon Diaz’ın “Tonada De Luna Llena” şarkısını 6 ay boyunca sürekli dinledim. Mesela, Mishka çocukluğundan kalma Rus çizgi filmleri çok seviyor ve “Look at You” şarkısının sonunu bu çizgi film sevgisi etkiledi. Kısaca, net bir cevabım yok, ancak bir albüme bir şey katıyorsam, birçok farklı yerden beslendiğim içindir.

·Şarkılarınızın pek çoğu dizi ve filmlerde yer buldu. Müzik sahnesi hariç, televizyon ve beyazperdenin hikayelerine fon olmak nasıl bir duygu?

Bu konuda en kötü durum nedir biliyor musun: “The Walking Dead”i izliyordum, şarkımın olduğu bölümü seyrettim, çok eğlenceli ve harikaydı. Fakat şovu bir daha izleyemedim. Çünkü bir anda dizinin bana “sahte” görünmesine neden oldu. Şarkıyı ben söylüyordum ve diziyi ciddiye alamadım. Ama aynı zamanda, çok gurur da duyuyorum.

“Björk’e teşekkür ederim”

· Sizi müzikal anlamda etkileyen kişi, şimdi karşınızda olsa ona ne demek isterdiniz? Ve şu anda karşınızda sizin müziğinizle hayatı değişen bir dinleyiciniz olsa ilk cümleniz ne olurdu? Bu iki soruyu birer cümleyle cevaplayabilirsiniz…

Muhtemelen Björk’e teşekkür ederim. Benim müziğimi anlaşılır yaptığı için ve anlaşılır olmak için belli kalıplara ihtiyaç olmadığını, istediğim kalıba girebileceğimi gösterdiği için… Björk, ben gençken bu konuda algımı açmıştır. Eğer sana bir cümle ile cevap verecek olursam, bu müzik yapmak olmazdı.

·Sekiz yıl sonra yeniden İstanbul’da olacaksınız. İlk İstanbul keşfinizden aklınızda kalan fotoğrafı tarif etmenizi istesem?

İstanbul’a ilk gelişimde, sadece bir turisttim. Şehrinizin derinliğini keşfetmek için gereken zamanım olmamıştı. Ama Kapalıçarşı gibi tarihi birkaç yere gittim ve bu çok özel anları da beraberinde getirdi. Şöyle ki; ben Kanada’dan geliyorum ve Kanada çok eski ya da tarihi bir yer değil. Hatta çok yeni bir ülke. Bu yüzden insanların uzun bir süredir birbirleriyle etkileşime girdiği bir yer olan İstanbul’da olmak kendimi çok özel hissettirdi.

Yani, belki de “klişe bir turist” yanıtı gibi de görünebilir ama kentinizin büyüleyici olduğunu ve aklımda yer ettiğini söyleyebilirim. Belki de eski bir şehir, turistik bir bakış açısıyla böyle gözleniyordur. Bu sebeple de İstanbul gibi tarihi şehirler doğru bir rehberle gezdirilmeyi hak ediyor. Kısaca, ilk gelişimde şehrinizi tüm olanaklarıyla keşfetme fırsatı yakalayabildim mi bilmiyorum, ancak İstanbul’un çok ilham verici ve etkileyici olduğunu söyleyebilirim.

·Konserlerinizin sadeliği dikkat çekiyor, hatta bu sadelik dinleyiciyi formel mantığının dışına da çıkarıyor. Peki, bu defa konserinizde müzikseverleri neler bekliyor?

İstanbul konseri için ilginç sürprizler ve acayip fikirlerim var. “Wave” albümü de aslında sürprizlerin yanında daha mütevazı ve samimi olarak adlandırılabilir. Konserlerimi planlarken hep sadelikten yanayımdır, evet. Çünkü bunun seyirciler üzerinde daha etkili olduğunu düşünüyorum. Ne zaman bir konseri olabildiğince sade yapsam, insanlar bundan daha çok zevk alıyor gibi görünüyor.

Her zaman sahneye güzel bir ışık sistemi ile çıkabilirim ama benim sahnede, sade ve şeffaf duruşum, insanlar tarafından daha çok takdir ediliyor gibi. Bilmiyorum… Örneğin, konserlerden birinde etkileyici bir sahnemiz vardı ve bir anda elektrikler kesildi. Elimizde sadece bir mikrofon ve bir ışık ile kaldık. Fakat, o an birçok insana daha çok dokunduğumuzu hissettim. Bu deneyimden sonra büyük bir sahnenin yanında, sadelik ve şeffaflığın önemini de daha iyi anlamış oldum.

Etiketler
Daha Fazla Göster

İlgili Makaleler

Bir cevap yazın

Başa dön tuşu
Kapalı
Kapalı